Yasak Orman’ın içinde kendisine has bir korku vardır. Bu sadece oradaki yaratıkların getirdiği bir korku değildi. Ağaçların yanından geçerken çakabilecek olan yeşil bir ışıktan da öteydi. Hogwarts’ın yakınında olması dolayısıyla genelde asi öğrencilerin uğradığı bir yer olması ise sadece söylentileri korkunçlaştırıyordu. Ama ormanın içinde yaydığı korku apayrı bir şey. Sırf ormana girince bile, sanki büyük bir engelden koşarak atlamışçasına ter akıtmak mümkündü. Ormanın havası bile başlı başına bir karanlıktı. Adıyla bile korku salan bu ormana girmek için ya budalaca bir cesaret hissetmek gerekiyordu, ya da daha budalaca olan bir merak sağlayabilirdi bunu. Cesaret aslında tek başına yeterli değildir. Cesareti teşvik eden başka bir şey olması gerekiyordu. Ya ormanın içinde olan bir şeyi gerçekten isterse, cesareti bu ormana girmesini sağlayabilirdi. Hissedilen bir başka duygu ise daha anlaşılmazdır. Daha karmaşık bir cesaret getirir yanında. Aşkın getirdiği cesaret, yanında korkuyu da getirir bir bakıma. Çünkü aşkla beraber gelen delilik, insanın adeta kendini kendi gibi hissetmemesine neden olur. İnsan bununla beraber değişir adeta. Bu cesaretle ormana girmek sanki daha kolaydır. Çünkü ormanın korkusunu unutturur bu. Sırf meraktan ormana yapılan bir gezinin sonu ise pek hoş olmayabilir. Çünkü cesaretin getirdiği güç, merakta yoktur. Sırf merakıyla korkudan titreye titreye ormana giren biri, karşısında birden bir kurtadam görürse adeta taş kesilecektir ve yaratığa akşam yemeği olacaktır.
Ancak şu anda yüreğinde bir çatışmayla Yasak Orman’ın karşısında duran Loress, bunların hiçbirini pek hissetmiyor. Beyninin iki tarafı adeta kavga ediyorlardı. Bir süre yerde acılı bir iç mücadele geçirdi. Acaba gece vakti ormana düştüğünü gördüğü o büyük taş, ormana girmek için yeterli bir sebep olabilir miydi? Hem ne zamandır ormana bir gezi yapmak istemiyor muydu zaten? Bu vicdanım için yeterli bir sebep diye düşündü ve derin bir nefes alarak Yasak Orman’a girdi. İlk hissettiği soğuk oldu. İçinde esen karanlık rüzgâr, sadece tüylerini diken diken etmekle kalmıyor, korkusunu da körüklüyordu. Ama aslında pek korktuğu söylenemezdi. Evet, kesinlikle hissettiği korku değildi, sadece yüreğinin bir kısmında varlığını sürdürmeyi başarıyordu. Şu anda kalbine hâkim olan duygu meraktı. Attığı her adımın korkusuyla beraber merakını da etkilediğini hissediyordu, bu kadar duygunun varlığından kalbinin patlamasını bekliyordu adeta. Ağır adımlarla ilerlerken nereye gittiğine de dikkat etmeye çalışıyordu. Bu keşif sırasında kaybolması hiç hoş olmazdı. Attığı yavaş adımlar tetikte durmasına yardımcı oluyordu, ama adeta gereksiz bir tedbirdi. Çünkü hemen hemen hiç ses çıkmamıştı orman, sessizliğini koruyordu. Loress’te bunun anormal olduğunu düşünürcesine daha da dikkat kesildi karanlık boşluğa. Ama hâla ses yoktu. Sonunda derin bir nefes aldı ve tedbiri bırakırcasına hızlandı ve tam o anda bir bulut tedbiri bırakmamasını söylercesine ayın önünden çekildi. İçinde, bugün daha önce hissetmediği kadar büyük bir korkuyla yukarı, ayın şekline baktı ve nefesi kesildi. O da bundan korkuyordu. Ayın yuvarlak şeklinin tamamı görünüyordu, korku tohumları adeta kalbini kaplarcasına serpilmişti yüreğine. Dudaklarını hafifçe kemirerek yola devam etmeye hazırlanacakken uluma sesleri duyulmaya başladı. Ormanın sessizliğini adeta delen bu çığlık, Loress’i yerinden zıplattı. Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalışırken, orman tekrar ürkütücü sessizliğine büründü. Bir süre adeta dondurulmuş gibi bekledi yerinde, ama ses gelmeyince tekrar yürümeye başladı. İçinin yarısı, bu yola düştüğü için kendisine lanet okurken diğer yarısı aklından ormanla ilgili söylentileri geçiriyordu. Sonra birden adeta içini kül eden bir şey hatırladı. Ormanda bir sürü kurtadam vardı ve o biraz daha burada beklerse onlardan birinin yemi olacaktı. Ancak bacakları, beyninden gelen emre karşı kayıtsız kalacak gibi görünüyordu, bir süre bacaklarındaki tek hareketlenme olan titremeyi bastırmaya çalıştı. En sonunda bütün irade gücünü kullanarak ormanın kalbine yürümeye doğru ilerlemeye devam etti. Bunlar korkunç olsa da, asıl oradan korkulurdu. Ormanın kalbinde daha da korkunç yaratıkların olduğu biliniyordu. Yolculuğu adım adım devam ederken artık geri dönüşü olmadığını biliyordu. Bulamadığı takdirde çok geçti bunun için. Adımları otları parçalarken, başını kaldırdı. Gözünü alan şey arada bir ağaçların arasından süzülen bir ışık demetiydi. Birden gözleri parladı ve koşmaya başladı. O kadar heyecanlanmıştı ki, yanından geçtiği ağacın yanında parlayan bir çift sarı gözü fark edememişti. Artık gökten düşen şeyin bu olduğundan emin bir halde ilerlerken birden sırtında bir ağırlık hissetti ve yere kapaklandı. Nasıl olduğunu anlayamamıştı, garip bir şekilde yüreğinin köşesinde bir burkulma hissetti. O kadar tedbire rağmen ve bu kadar yaklaşmışken mi olmalıydı? Şu an onu saran bu kollar ölümün uzantılarıydı kuşkusuz. Asasını kaldırmak için umutsuz bir uğraş verirken birden kurtadam sarsıldı ve ölümün ağırlığıyla hareketsiz kaldı. Loress korkudan gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde onu kurtaranı aradı. Bu bir at-adamdı kuşkusuz. Kızıl saçları ve kızıl sakalı vardı. Elinde bir yay tutuyordu ve elinde lazım olursa diye birde ok tutmuştu. Loress, okları inceleyince onların aynı olduğunu anlayacak kadar dikkatliydi. Bir süre yüzünde şaşkın bir bakışla onu süzdü, ardından rahatlamış bir nefes alarak yanına gitti.
”Çok teşekkür ederim.” den başka bir şey söylemedi at-adama. Eh diye omuz silkti içinden. Daha önce hayatımı kurtaran biri olmamıştı, pek alışık olduğum bir durum değil. O da teşekkürü pek takmıyormuş gibiydi. Konuşurken etrafına bakıyor, muhtemelen başka gelecek mi diye yayını hazır tutuyordu.
”Önemi yok evlat. Sen ne yapıyordun burada? Ya da neyse, beni ilgilendirmez. Seni okula götürmemi ister misin?” bir an düşündü Loress. Aslında düşen şeyin ne olduğunu fark edebilmişti şimdi. Bir meteor, ender olan bir olay olsa da onun için pek ilginç bir tarafı yoktu. Gülümseyerek olumlu cevabı verdikten hemen sonra yola koyuldular. Yolda, aslında bir at-adamla beraberken, yani güvendeyken ormanın pek korkunç gelmediğini hissetti. Sadece gizemli bir havası vardı. Ama her ne kadar gizemi seven biri olsa da, bu deneyimi bir daha yaşamak istemiyordu. Yanından hızla geçen ağaçlar ise artık sadece odun parçaları gibi gelmeye başlamıştı gözüne. Sonunda yavaş yavaş ağaçlar seyrekleşti ve görkemli şato yeniden göründü. At-adam ormana geri dönmeden önce birkez daha Loress’in özürlerini savuşturmak zorunda kaldı. Ve şatoya doğru ilerlerken Loress’in aklında bir soru vardı. Şatoya nasıl girecekti? Yavaş yavaş ön kapıya yaklaşırken dışarıda kalmamayı umuyordu, daha önce bunu yapmıştı ve hiç eğlenmemişti. Kapı görüş alanına girdiğinde kahkahasını bastırmak zorunda kaldı. Hademe onu açık unutmuştu, şu anda içeride sinsi sinsi dolaşmakla meşguldü belli ki. Gülümsemesini bastırarak içeri girdi ve zindanlara inmeye başladı. Yanlarından geçerken portrelerin ayıplayıcı bakışlarını ve sözlerini ise neredeyse hiç takmadı. Ortak salona girişin yanına geldiklerinde parolayı fısıldadı ve çenesini kapasın diye başından savarak içeri girdi. Yatakhaneye çıktığında önünde yatmadan önce daha giyinmenin olduğunu hatırladı ve yüzünü buruşturdu. Ama kaytarmaya çalışmanın hiçbir anlamı yoktu, bu yüzden derhal üstünü değiştirdi ve yatağına uzandı. Bu gece rüyasını göreceği epey heyecanlı bir konu vardı.